GELENEK ve GÖRENEKLERİMİZ

Aile Yapısı...
Aile, Türk-İslam toplumunun temelidir. Büyük Müsellim Köyü için de bu genel anlayış aynıdır. Büyükbaba – büyükanne – erkek çocuklar ve gelinler, torunlardan oluşan geniş aile yapısının yaygın olduğu bilinir. Ailelerdeki fert sayısının 2 ile 8 arası değiştiği ve ortalamanın 3,6 kişi civarında olduğu görülür ki bu neredeyse çekirdek aile yapısının varlığını ispatlamaktadır. Ailelerin %69’u anne, baba ve çocuklardan oluşmaktadır.
Yardımlaşma...
Komşuluk ilişkileri gelişmiş bir toplumdur. Komşu aileler, birbirleri ile günlük hayatta sürekli yardımlaşırlar. Ayrıca, komşu evde yaşanan her türlü özel güne kendilerininmiş gibi sahiplenilir.
Komşu evde düğün varken günler önceden yardıma koşulur, iş güç azaltılıp komşuya yardım etmeye vakit ayrılır.
Cenazelerde de yine gündelik işler terk edilerek yardıma koşulur, yemek pişirilir. Cenaze evine birkaç gün yatsı namazı sonrası topluca gidilip kuran okumak adettendir.
Ağır hasta olan varsa komşuya geçmiş olsuna gidilir. Çok yakın komşular, her gün en az bir kez ziyarete gelir.

Köy bireyleri eskiden, getirdikleri tütün bohçalarını genellikle birbirlerinin evlerine getirir, hem komşusuyla sohbet eder hem de tütün dizerlerdi. Bir ailenin bohçası bittiğinde öbür aile, diğerine yardım ederdi. Ancak günümüzde dizim işlemi genelde makinalarla tarlalarda sabah-akşam yapıldığından bu güzel adetin kaybolmaya yüz tuttuğunu ve hatta kaybolduğunu söyleyebiliriz.
Miras paylaşımları...
Miras paylaşımından dolayı bazen aile içi arazi anlaşmazlıklarına rastlanmaktadır. Bunun nedeni, aile reisinin henüz sağken arazileri çocukları arasında paylaştırma geleneğidir. Aile büyüklerinin yaptığı paylaştırmalar, çoğunlukla yasal mevzuata uyumlu değildir. Arazilerin bütünlüğünü bölmeden tarlaları dağıtma anlayışına karşın yasaların her bir tarlayı mirasçılar arasında paylaştırma biçiminde oluşu, aile içi arazi uyuşmazlıklarının temel nedeni olmaktadır.
Buna karşın çoğunlukla erkek ve kız çocuklara eşit miras bırakma anlayışı vardır. Şüphesiz bunun da istisnaları, bilhassa zengin yere gelin giden kızlara pay vermekte isteksiz davranma ya da okuyan evlada daha az pay bırakma biçiminde olmuştur.

Cenaze Adetlerimiz...
Ölüme geniş bir tefekkürle yaklaşılır. Yüksek sesle ağlamak, çığlık atmak, ağıt yakmak ayıplanır, hatta günah olduğu düşünülür. Cenazelere mümkün olduğu kadar herkes katılır, önemli kalabalıklar oluşur.
Köy mezarlığımız, köyün güney çıkışında yer almaktadır. Cenaze namazlarının camide kılınmayıp mezarlıkta kılındığı görülür. Sünni İslam ritüellerine titizlikle uyulan cenaze merasimleri sonrası mezarın üzerini örten kürek, yeşil bir örtüye sarılmış sürahiden dökülen temiz ve bol suyla mezarın üzerine akıtılarak yıkanır. Cenazeden birkaç gün sonra, Mezarların üzerine çiçek dikmek hala uygulanan bir gelenektir.
Ölünün eşyaları, fakirler arasında pay edilir. Ayrıca, ölü henüz evinden çıkmadan devir denen bir işlem yapılır. Devir için camide imam tarafından ölünün yakınlarından alınan bir miktar para elden ele dolaştırılarak cemaat arasında dağıtılır. Bu paranın miktarı ölenin yaşı ve mirası ile orantılı tayin edilir. Devirin amacı, ölenin kılamadığı namaz, tutamadığı oruç gibi ibadetlerine karşılık bir çeşit kefaret ödenmesidir. Ne kadar çok elden ele para çevrilirse o kadar makbul olduğuna inanılır. Devir geleneğinin son yıllarda imamların telkini ile ortadan kalkmakta olduğu görülmektedir. Köyümüzde de Devir kalkmıştır.

Gölle Bayramı HIDIRELLEZ...

6 Mayıstaki hıdrellez günü kutlanan gölle bayramında, köy halkı, evlerinden getirdikleri malzemeler ile hep birlikte gölle denen ve mısır tanelerinin haşlanması ile elde edilen yöresel yemeği paylaşarak yer. Gölle yemeğinin bir bölümü de muhakkak evlere geri götürülür. Böylece bereketin artacağı düşülür. Köyümüzde de kurulan dernek faaliyetleri kapsamında, her yıl düzenli olarak Mayıs ayının ilk Pazar günü GÖLLE BAYRAMI çeşitli etkinliklerle kutlanmakta olup, bu geleneğimiz yaşatılmaya çalışılmaktadır.

“deve geleneği”

“deve geleneği” adıyla yaşatılan ve uzunca bir seyyar merdivenin içine giren iki gencin üzerlerinin örtülüp süslenerek deve yapılmasıyla başlayan bu gelenekte sayıcıda bulunan tüm karakter ve şakalara rastlanmaktadır.
Orta yaş ve üzeri kuşakların genellikle bu geleneği eleştirdikleri ve ayıpladıkları (kadın kılığına giren erkek karakteri nedeniyle) görülsede, derneğimiz ve köyümüz gençleri bu tarihi geleneği her KURBAN BAYRAMI’nda yaşatmaya çalışırlar. Bu vesileyle de köy gençlerinin ihtihaçlarında kullanılmak üzere, evler tek tek gezilir, bayramlaşılır ve bahşişler toplanır.

Dini inaçlarımız...
Sunni müslüman bir yapıya sahip olan köyümüz bireyleri ,kurban ve şeker bayramlarına çok önem verirler. Normalde pek ibadet etmeyen insanlar bile coşku içinde camilere doluşur. Bayram namazı bitiminde yaşlılar, ellerini gençlere vermez, mutlaka evde ziyaret edilerek bayramlaşmak isterler. Bayramlaşmanın ardından hep birlikte coşkuyla kahvaltı yapılır.
Köyün yaşlıları bile kendinden yaşlı olanları ziyaret ederler. Makbul olan tatlı ise köy baklavası ya da lokumdur.
Ramazan aylarında mutlaka her köyde davulcu gezer, maniler okur. Davulcu, her evin önünde durur, içeridekilerin uyanıp ışığı yaktıklarını anlayınca öteki eve geçer. Bayram sabahı davulcular tek tek tüm evleri dolaşıp bahşiş toplar. O yıl evlenen gelinler davulcuya mendil verir, bu mendiller davulu süslemek için üzerine konur.Son yıllarda Ramazan Ayı davul geleneğini gençler nöbetleşe olarak sürdürmektedirler.
KIZ İSTEME...
Eskiden beri gençlerin kendi aralarında görüşüp anlaşarak evlenmelerine sıcak bakılır. İlk yıllarda kuşkusuz bu özgürlük bu kadar çok değildi. Ancak o yıllarda bile, bir büyüğün (çoğunlukla da orta yaşlı bir yengenin) teşviki, arabuluculuğu ya da önerisi ile iki gence konu açılır, bundan sonra kız isteme sürecine geçilirdi. İki genci birbirine münasip görüp bu konuyu açma işine “akıl etme” denirdi.
“Akıl etme” sürecinde delikanlı istekli davranır, genç kız ise bir-iki nazdan sonra kesinlikle hayır dememişse arabuluculuk yapan kadın, kızın bazı akrabalarına konuyu açar, genç kızın ve ailesinin yavaş yavaş konuyu benimsemesini sağlamaya çalışırdı. Bunun ardından delikanlı, ailesi ile görüşüp talip olduğu kızın ailesinden istenmesini söylerdi. Delikanlı bu konuyu çoğunlukla önce kendi anasına açar, anası babayla konuşup kızın istenmesine karar verilirdi.
Kız tarafına hayırlı bir iş için gelineceği bildirilirdi. Kız istemek için genellikle baba, yanına köyün saygın büyüklerinden birisini yanına alarak giderdi. Kız istemeye çoğunlukla delikanlı götürülmezdi.
Kız istemek için pazar ya da Perşembe geceleri tercih edilirdi. Pazar gecesine dernek gecesi denir ve bu gece yapılan işlerin daha hayırlı ve bereketli olacağına inanılırdı. Perşembe gecesi, kutsal Cuma günü öncesindeki gece olduğu için dinen makbul sayılmaktadır.
Kız istenmeden önce gelin adayı kızın getirdiği kahve eğer şekerli ise genç kızın konuya olumlu baktığı değerlendirilirdi. Şekersiz kahve ise olumsuz bir tavır olarak algılanırdı.
Kız isteme olayına “aramak” denirdi. “Ayşe’yi Hasan’a aramışlar” denildiğinde Hasan’ın Ayşe’yi ailesinden istettiği anlaşılır.
Kız istendiğinde ilk defa hiçbir cevap verilmez. Sonra bir müddet sonra tekrar gidilir. Aslında dünürcüler, bu sefer de bir yanıt alamayacaklarını bilerek gelirler. Konu tekrar açılır, kız evi hiçbir renk vermemeye çalışır. Genelde gecenin çok kısa bir bölümünde bu konu konuşulup çoğunlukla başka konularda sohbet edilir. Bu defa, erkek tarafından bazı bayanlar da kız istemeye gelirler, ayrı bir odada kız tarafının bayanlarını ikna etmeye çalışırlar.
Üçüncü ziyarette artık bir cevap alınması ihtimali güçlüdür. Bu arada arabuluculuk yapan kadın, genç kızın yakınlarından ya da mümkünse kendisinden haber almaya çalışır. Bu arada konu köy içinde duyulmuş olduğundan güncel tartışma konularından birisi olmuştur, konu komşu kızın verilip verilmeyeceğine dair heyecanlı tahminler ve spekülasyonlar yapar.
Üçüncü ziyarette kız ailesi, olumsuz bakıyorsa genellikle katı bir tavır alarak dünürcülere bu işin olamayacağını söyler. Eğer cevap olumluysa bu defa yanıt alma ihtimali güçlüdür. Genellikle talipli uzak köyden ise yanıt bu defa verilir. Ancak bazen dünürcülerin bir kez daha gelmek zorunda kaldıkları görülür.
Kız isteme sırasında erkek tarafından gelen bayanların kilimlerin altına ve kapıların üzerlerine bakarak toz olup olmadığına baktıkları, genç kızın temizliği için fikir sahibi olmaya çalıştıkları söylenir.
Kız verildiğinde aileler toplanır ve sade bir törenle söz yüzükleri takılır. Söz yüzüğünün takılması son derece önemli bir olaydır, iki gencin evliliği için verilmiş güçlü bir yemin anlamındadır. Sözlü kıza başkası talip olamaz, bu çok çirkin bir davranış kabul edilir. Kızın başka talipleri varsa ümit keserler.
Eğer kız, delikanlıyı istediği halde ailesi tarafından verilmez ise bu durumda aile, kızın kaçacağını düşünerek tedbirli olur. Ancak, çoğunlukla delikanlı, bazı iş birlikçi aile üyelerinin yardımıyla genç kızı kaçırır. Eskiden bir kız kaçmışsa uzun zaman ailesi tarafından bağışlanmaz ve bayramlaşma vesilesiyle baba ocağına gelmesine bile müsaade edilmezdi. Bu inat, bazen gelinin ilk çocuğuna gebe olduğu duyuluncaya kadar sürebilirdi.
Son yıllarda gençler arasında bu eski geleneklerin büyük ölçüde çözüldüğü ve gençlerin tümüyle kendi aralarında anlaşmaları ile sadece adet yerine gelsin diye kız istendiği görülmektedir.

Nişan Adetleri...

Söz yüzükleri takıldıktan kısa bir süre sonra nişan hazırlıkları başlar. Nişan öncesi gençler aile büyükleri tarafından çarşıya götürülür. Her iki taraf da karşılıklı olarak birbirlerine giyecek alırlar. Kızın aldıkları oğlan evine oğlanın aldıkları kız evine götürülür. Daha sonra alınan kıyafetler, karşı tarafın birinci derece akrabalarına birer hediye (çoğunlukla kılık kıyafet türünden) eklenerek bohçalanır. Aracılar vasıtasıyla karşı tarafa gönderilir.
Nişana erkek tarafı kutular dolusu lokum ve bisküvi ile çerez götürür. Konu komşu ve akrabalar davet edilir. Misafirler neşe içinde sohbet ederler. Son yıllarda nişan töreninin düğün gibi bir eğlence ile yapılması geleneği yerleşmiştir. Nişanlanan çiftler, son yıllara kadar sadece bayram günleri el öpmek için birlikte gezebilir, bu geziler sırasında gelin adayının bir bayan yakını da yanlarında refakat ederdi. Son yıllarda bu konuda aileler yumuşamışlardır. Yine nişanı takip eden ilk bayram günü karşılıklı birer nişan hediyesi götürme geleneği de vardır.
Eskiden nişanlı kalma süresi oldukça uzun sürerdi. Genellikle erkekler askere gitmeden nişanlanır, iki yıl civarında süren askerlikten sonra makul bir süre içinde düğün yapılırdı.
DÜĞÜN ADETLERİ
Köyümüzde düğünler, çok eskilerden, hem oğlan hem de kız evinde yapılmaktaydı.

DÜĞÜNÜN DUYURULMASI (DAVETÇİ SALMA)
Belirlenen düğün tarihine yaklaşıldığında hazırlanan davetiyeler gerekli olan yerlere gönderilir. Çok uzakta bulunan akraba, eş - dosta telefon edilir. Bunlardan başka günümüzde halen devam eden "davetçi" geleneği ile köy halkına, kasabadaki tanıdıklara ve diğer köylere düğünün duyurulması için davetçiler tutulur. Kadınlara kadın, erkeklere ise erkek davetçi tutulur.
Davetçiler gittikleri kişilere düğün sahibinin davetini ve selamını söyler. Düğünlere ev halkından sadece belirli kişilerin davet edildiği de olur. Örneğin; sadece kayınvalide, evin gelini ve oğlu gibi evde bulunan kişiler ayrı ayrı davet edilir. Genç kızların davet edilmesi ise ilginçtir. Kimisi kına gecesine oturma için, kimisi alay gününe, çoğunlukla evli bayanlar olmak üzere bazı kızlar da Cuma sabahına davet edilir. Erkekler ise genellikle yemek ve alay günlerine çağırılır. Eskiden oturmaya çağırılan genç kızlara gümüş tel sarılmış şimşir dalları yollanırmış.Kızlar oturma gecesinde bu dalları yakalarına takarlarmış.Bu dalları takan kızların evlilik yaşına geldiği anlaşılırdı.
Davetçi olarak düğün sahibine yakın kişiler ya da köyde bu işi yapabilecek insanlar erkek ve kız tarafından ayrı ayrı seçilir. Davetçi kadınlara düğüne davet ettikleri kişiler bahşiş (para) da verirler. Düğün sahibine daha yakın olanlar ve akrabalar ise biraz daha fazla para verirler.
ÇEYİZ ALMA
Düğün hazırlıkları başladığında belirlenmiş olan bir günde damat tarafından bir grup ve damat, kız evine çeyiz almaya giderler. Adet olarak ekmek, helva ve gelin için özel yapılmış bir sandalye götürülür. Gelin alay gününe kadar bu sandalyeyi kullanır. Kız evi damat tarafını kapıda karşılar. Kahve ikram eder. Toplanmış olan çeyiz eşyaları alınacağında gelinin erkek kardeşi ya da akrabalardan bir erkek çocuk gelinin sandığının üstüne oturur ve damat ile pazarlık yapar. Damadın verdiği parayı yeterli bulursa sandığı teslim eder. Kız çeyizi de artık erkek evine götürülmek üzere arabalara yerleştirilir.
KINA GECESİ
Araştırmaya konu olan ve 2002 Mayıs ayında yapılan birçok geleneğin de yaşatıldığı köyden kasabaya gelin alınan bu düğün; Perşembe günü kına gecesi ile başlayıp, Pazartesi "Cuma sabası" ile sona eren bir düğündür.
Daha önceki yıllarda düğünler günümüzde de bazı köylerde yaşatıldığı gibi Salı gecesi kız evinde sadece kadın ve kızların katıldığı "Kına hurulması" ,"Kına vurulma", "Kına yakma" ile başlar. Cuma günü "Cuma sabası" ile sona erermiş.
Kına gecesinde gelinin kız arkadaşları, kadınlar ve erkek evinden gelenler toplanır.Genelde kadınlar tef darbuka ile türküler maniler söylermiş.Bu eğlenceye çıplak çalgı denir. Kahveler içilir, sohbetler yapılır. İlerleyen saatlerde kına yakma vakti geldiğinde gelin bir - iki kız arkadaşı ile kına kıyafetini giymek üzere odaya girerler. Gelin kırmızı saten pijamalarını giymiş olarak geri gelir.
Hava güzel ise avluya bir kilim serilir. Gelin kilimin üzerine ya da bir sandalyeye oturtulur. Hava iyi değilse kına ev içersinde yapılır. Gelinin başına büyük kırmızı ve kenarları pul, boncuk ile işlenmiş baş örtüsü (kına örtüsü) örtülür. Erkek evinden getirilen karılmış (su ile hafif cıvık yoğrulmuş) kına gelinin önüne konur.
Gelin elleri dizlerinin üzerinde avuçları yukarı doğru açık ve örtünün iki ucunu tutar. Dizleri üzerine bir tepsi ya da yere süslenmiş güzel boş bir sepet konur.
Kına yakılmadan önce kayınvalide yoksa vekili gelir, gelinin tuttuğu boş örtünün (kına örtüsünün üzerine para koyar. Eğer baş örtüsü tutulmamışsa hazırlanmış olan tepsi ya da sepete konur. Bundan sonra yakın akraba ve komşular da gönülden koptuğu kadar para verirler. "Hurun gelinin kınası - Ağlasın garip annesi - Gelin kız evden gitti - Ak bakır susuz kaldı - bizim ev kızsız kaldı" denir.
Daha sonra gelinin önce sağ eline "Besmele" ile kızın akrabalarının biri "Kına hurur" (Kına yakar). Eller kınalandıktan sonra kırmızı kına bezleri ile bağlanır. Kınanın daha koyu olması için içine bir miktar nişadır karıştırılır. Ayaklar da bileklerden aşağıya bütün olarak ya da penye bezler ile çeşitli şekillerde bağlanarak boşluklara kına sürülür ve ayaklarda kırmızı kına bezleri ile bağlanır. Artan kına geceye katılanlara dağıtılır. "Kına hurma" işi bittiğinde dışarıda bekleyen damat içeri alınır. Elleri ve ayakları kına bezleri ile bağlanmış olan gelini kucağına alıp yatağına götürüp bırakır. Böylece kına merasimi de biter.

GELİN AĞLATMASI

Altın tas içindede kınanı ezerler
Gümüş tarağınla mari kız zülfün çözerler
Bülbüller öter mari kız dallar arasında
Ne tez ayrıldın mari kız, kızlar sürüsünden...

Bülbüller öter dallar içinde
Yos kuşlara döndün mari kız, kızlar içinde
Bir gemim vardır mari kız, kuma dayanmaz
İçinde tayfaları uyur, uyanmaz

Bir gemim vardır. Seksen direkli
İçindeki tayfaları mari kız, arslan yürekli
Ben gideyim çalılara, yol senin olsun
Ben içeyim zehiri, bal senin olsun...

Hani bu gelinin anası, eline para koyası
Hani bu gelinin ablası,eline para koyası
Hani bu gelinin teyzesi, halası eline para koyası

Ak bakırlar susuz kaldı, koca evler kızsız kaldı
En küçük kardeşi, ablasız kaldı
Yağmur yağar büber büber,
Benim kızım yolda gider.

Ak kayraktan çıktı bayrak
Elin kına, yüzün duvak
Atladı gitti eşiği, sofrada kaldı kaşığı

Dağdan keserler meşeyi
Hani ya bu gelinin döşeği
Dağdan keserler gürgeni
Hani bu gelinin yorganı
Yoktur a gelinimizin yorganı

Şen odalar şen olundu
Kal evimiz kızsız kaldı...

Bu gelin ağlatması ilk düğün akşamı gelin kınalanırken söyleniyor. Bu esnada gelinin annesi ve diğer akrabaları (erkekler hariç) sıra ile gelinin eline para koyarak uzun ömürler dilerler...

HARBALLI (BİNDALLI İLE) İKİNCİ KINA GECESİ
Düğünün ikinci günü düğün için kesilmiş olan hayvanlardan ayrılan paça ve ciğer ile paça çorbası yapılır ve ciğer kavrulur. Akşama yani ikinci kına gecesine gelen damat tarafından ev halkına ve yakın akraba komşulara yemek verilir.
Bu arada avluda da kına gecesine oturma için çağrılan gelinin kız arkadaşları için oturulacak yerler hazırlanır. Kızların sayısınca oyun oynanacak yere sandalyeler konur. Bazen sandalye yerine eskiden olduğu gibi saman balyaları ya da kalaslar üzerine örtüler serilerek oturma yerleri de hazırlanır. Oyun alanının kenarında hazırlanan oturma yerlerine sadece kızlar oturur. Boş bile olsa hiç kimse bu yerlere oturmaz. Oturan veya sandalye alanlar orada bulunanlar tarafından uyarılır ve kınanır. Çünkü bu yerlere sadece oynayıp yorulan kızlar dinlenmek için otururlar.
Ezan okunacağı zamanlarda da müzik kesilerek beklenir. Kızların oturduğu yerin baş tarafına gelin ve damat için birer sandalye konur. Önceleri 'cimbokus' denen müzik kutularından müzik seçilerek çalınır oynanırmış.Günümüzde ise müzik setleri kiralanmaktadır. "Düğün için ince çalgı tutuldu denir". Bu gecede gelin genelde "harballı" giyer. Başına da "hotoz" adı verilen duvak yaptırır. Gelinin arkadaşları da genelde harballı giyer. Diğer kızlar da çoğunlukla tuvalet yada fantezi giysiler giyer saçlarına ve makyajlarına özen gösterirler.
Kızların oturduğu yerin tam karşısına ise bekar erkekler sıralanır. Evli erkeklerin bu geceye katılmaları hoş karşılanmaz. Yan taraflarda ise kadınlar genelde ayakta eğlenceyi izler. Eskiden kına gecesinde kızlar oynayıp acıkırlar diye özellikle kızlara ekmek hamuru yoğrulur, portakal büyüklüğünde hamurlar ile ekmekçikler yapılırmış. Bu ekmeklere peksimet denirmiş. Üzerlerine de susam serpilerek pişirilir ve fırından çıkar çıkmaz kızlara yedirilirmiş. Günümüzde ise "Kızlar sofrası" hazırlanmakta kızlara düğün yemekleri yedirilmektedir.
İkinci kına gecesi yapılırsa gelinlerin hemen hemen çoğunluğu antika gelin olur, harballı giyer, başına da hotoz yaptırır. .
Hotoz yaptırma geleneğinin kaç yıllık olduğu bilinmemekle beraber evlenecek olan genç kızlar için neredeyse vazgeçilmez bir düğün adetidir. .
Hotozlu Gelin
hotozlu gelin

Düğün günü yaklaştığında gelin olacak kızlar harballı giyecek oldukları gün için kendilerini hazırlayacak olan "Telci karılardan", "hotozcu karılardan" randevu alırlar. Gelinler kına yakıldığı gecenin sonrası ya telci karıyı evlerine alırlar ya da kendileri harballılarını alıp giderler. .
Telci karı gerekiyorsa önce gelinin kaşlarını alır. Yüzüne krem ve fondöten sürer. Giyilecek olan harballının rengine uygun tonlarda göz makyajı yapar. Bu arada gelini aynaya baktırmaz. Makyaj bitiminde gelin aynaya baktırılır. İstiyorsa bazı düzeltmeler yapılır. .
Sıra saç yapımına geldiğinde telci karı gelinin saçlarından ön kısmını dört parmak kadar öne doğru tarar. Küçük bir kahve ocağının üzerinde 25-30 cm uzunlukta yaklaşık 1 cm çapında çiviyi "şayka" ateşte ısıtır. Tüp olmadığı zamanlarda içine kor konulmuş kömür ütüleri kullanılırmış. Makyaj yapılırken de göz için sürme, dudak ve yanaklar için kırmızı boya kullanılırmış. .
Ateşte ısıtılmış olan şaykanın fazla ısısı saçı yakmaması için bir beze sürtülüp alınır. Gelinin öne taranmış olan saçları bir kulak hizasından diğerine kadar 25-35 parçaya ayrılır. Her parçaya biraz biriyantin sürülür ve ısısı alınmış şaykaya sarılıp 5-10 saniye bekletilerek ince lüleler yapılır. Öne taranmış olan saçların şekilleri verildiğinde saçların lülelerinin bittiği yerden itibaren ensede bağlanacak şekilde şerit denen 2-2,5 cm kalınlıkta parça ile sıkıca bağlanır. Lüle halindeki saçlar tek tek geri kaldırılıp toplu iğnelerle bu şeride sıra ile iğnelenir. Harballı giyilir. Gelinin bu arada bol bol altın zincir kolye, "külte" inci dizisi, set, künye küpe bilezik takması har ballı giymenin özelliği olmuştur. Geline takılan altınlara "görümlük" denir. Bunlar emanet olarak da alınır ve düğün bitince geri verilir. Saça takılmış olan şeride iki kulak üzerinden sarkacak şekilde ortasına bir karış kadar ip bağlanmış gelin telleri de iğnelenir. .
Önceden hazırlanmış olan altın, inci ve çiçeklerle süslü duvağında takılı olduğu "hotoz" gelin başı yerleştirilir. Hotoz kafaya batmayacak ve ağırlık yapmayacak şekilde toplu iğnelerle sabitleştirilir. Hotoz kaymasın diye arka kısmına pamuk sıkıştırılır. Hotozun iki yanı iğne iplik ile şeride tutturulur. Hotozda bulunan gelin telleri de kafanın duvağın arka uzun kısmı toplanıp gelinin sağ dirsek üzerinden koluna biz kez bağlanır. .
İki kulak üzerinden sarkan gelin telleri "Gümüş teller" göğüslerin üzerine dal adı verilen altın işlemeli büyük yaka iğneleri ile tutturulur. Bu iğnelere "kuş dalı" denir. Dalların sade değil, kuş ve tavuslu olanı makbuldür. İki göğüs arasına da yine bir tane kuş dalı iğnelenir. Kulaklara da "Gül küpe", "Dana burun" veya "Hanımeli" denen anadan kıza, kayın valideden geline emanet küpelerden birileri takılır. Antika gelinin özelliği takıların çok olmasıdır. Yüzükler "Gül yüzük", "Badem (mekik) yüzük"tür. Zengin olanlar geline "Hanım eli" küpe ile "Badem yüzük" yaparlar. .
Takıların takılması ve son düzenlemeden sonra hazır olan antika geline bir de son makyaj düzeltmesi yapılır. Gerekli düzeltmeler ile gelin geceye hazır olur. Harballının altına gelinler genellikle rengine uygun işleme kadife terlik giyerler. Harballıların Bordo "güvez", siyah, lacivert, mavi renkleri kullanılmaktadır. .
Bu hotoz hiç düşmez mi diye sorulduğunda da "Gelin gibisi gelinliğini bilsin, fazla tepinmesin" denir. Hotoz yapımı biten geline de "Çok güzel oldu, Allah da geçim güzelliği versin" denir.

GELİNİN BEYAZINI GİYMESİ (Gelinliğini)
GÜVEY HALKI
Harballı ile yapılan geceden sonra ertesi gün gelin kuaförde saçını taratır (yaptırır), beyaz gelinliğini giyer. Topuzlu, taçlı, duvaklı, eldivenli gelin olur.
Öğle yemeğinde gelin evi evde pişen düğün yemeklerinden yer. Akşam namazından önce damat evinden "güvey halkı" denen sadece kadınlardan oluşan grup gelir. Güvey halkı ile birlikte gelen kayın validenin de elini öpen geline kayınvalide yüz görümlüğü olarak altın, akrabaları da takılar takarlar. Güvey halkı geldiğinde gelinin yanına o günlerde düğünü olmuş yeni gelinler de gelinliklerini giyer, saçlarını yaptırır ve diğer genç kızlar ile otururlar. Güvey halkının kadınları ve düğüne gelmiş olan diğer kadınlar bu sırada varsa oğullarının sevdiği kızları görme, inceleme imkanı da bulurlar.Daha sonra gelen gruba düğün yemekleri verilir. Akşam ezanından sonra yine kına gecesi denen eğlence başlar. Bu eğlenceye damat ve arkadaşları da sonradan gelip katılır. Müzik eşliğinde kızlı erkekli gruplar oyunlar oynarlar.Bu geceye 'damat oynatma' da denir.
Ara verildiğinde damat arkadaşları sıra ile geline takı takar, fotoğraf çıkarlar(fotoğraf çektirirler). Takı merasimi için kız evi bir tepsi içine üçgen mendiller ile toplu iğneler hazırlar. Takı takan damadın arkadaşlarının omuz hizasından 3-4 parmak aşağıya üçgen katlanmış birer mendil iğnelenir. Bu arada damat geline, gelin de damada takılar takar. Daha sonra önce damat tarafından akraba ve komşular daha sonra da gelin tarafı takılarını takarlar. Bu törenden sonra yine oyunlar oynanır. Damat ve arkadaşlarına gelin evinde düğün yemeği yedirilir.
DÜĞÜN VERGİLERİ
Düğüne davet edilen kişiler düğün günleri boyunca bir gün takı takmayacaklarsa mutlaka beraberlerinde "vergi" adı verilen düğün hediyelerini de getirirler. Kız ya da damat evine teslim ederler.
Günümüzde birkaç komşu ya da arkadaş birlikte ihtiyaç duyulan herhangi bir eşyayı da ortaklaşa almaktadırlar. Yakın akrabalar çoğunlukla altın ve para cinsinden vergi verirler. Vergiler için genelde avluya bir kilim serilir ya da masa konur. Vergi getirenler buraya bırakırlar.
Düğün vergileri olarak takı ve paradan başka mutfak eşyaları, tabak, kaşık, bıçak, şişe bardak (cam su bardağı), kahve fincanı, cezve, tencere, pasta tabağı, havlu, çarşaf, nevresim takımı, çeşitli örtüler, battaniye, elbiselik kumaşlar, giyim eşyaları, evler için süs eşyaları getirilir.
ALAY GÜNÜ
Alay yapılacağı gün gelin yine saçlarını taratır (Kuaföre gider). Beyaz gelinliğini giyer. Büyüklerin ellerini öper. Damat evinde de alay öncesi bütün misafirlere düğün yemeği verilir.
Öğleden sonra damat tarafı arabalar ile alayı oluşturur gelin evine gelir. Eskiden arabalar olmadığından "örece" adı verilen üzerleri örtülü "öküz" arabaları ile gelin alayı yapılırmış. Kadınlar arabalarda erkekler de atlarla arabaların yanlarında olurlarmış. Köy içinde ise davul zurna eşliğinde erkekler oynayarak ilerlermiş.
Günümüzde sadece gelin arabası süslenir, plakaya "Evleniyoruz" yazısı takılır. Arka cama ise gençlerin isimleri ya da isimlerin baş harfleri bulunan kağıtlar yapıştırılır. Alaydaki kadınlar arabalardan iner ve gelin evine girerler. Selamlaşma sonrası misafirler oturtulur, hal hatır sorulur. Şeker, kolonya ikram edilir. Bu arada gelin alaya görünmez.
Eskiden gelinin anne ve babası da alaya görünmezmiş. Anneyi soranlara yatıp dinleniyor denirmiş. Alaydaki kadınlar bir süre sonra "Gelin kızımız nerede gelsin" derler. Odaya çeyiz almaya gelindiğinde oğlan evinden getirilmiş olan ve özel yaptırılmış gelin sandalyesi ve gelin getirilir. Gelin el öper ve sandalyesine oturur. Bir süre sonra alaydan gelen kadınlar "Hadi artık gelinimizi götürelim" derler. Gelin ayağa kalkar evden çıkmadan önce varsa erkek kardeşi koluna girer. Gelin çıkarılmadan önce de çorabına para konur. Evden çıkan geline "Evini unut, bizi unutma"denir.
Damatta gelip gelini kardeşinden alır. Bu sırada yine mendil bağlanan gelin sandalyesi damat evine götürülmek üzere alaydan biri tarafından alınır. Sandalyeyi damat evine götüren kişi mendili de sandalyeden alma hakkına sahip olur.
Eskiden gelinlerin ellerine üçgen katlanmış maroken kumaştan kenarları oyalı mendil verilirmiş.
Alay kız evine geldiğinde gelinin erkek kardeşi gelin arabasının anahtarını ister ve alır. Damat gelini arabaya bindireceğinde anahtar için de bahşiş vermek zorundadır.
Damat gelini arabaya bindirir, bu arada gelinin komşularının ayak bastı parası istediği de olur. Gelin evinden kornalar çalarak ayrılan arabalar, bir dere ya da çaydan geçerken durdurulur. Gelin ucuna para bağlanmış bir mendili dereye atar. Mutluluk diler. Dereden geri dönerken alay mutlaka farklı bir yoldan geçer. "Gelin anne evine dönmek isterse yolu bulamasın" diye böyle yapılır. Gelin alayı ile aynı yol üzerinde bir başka alay ile karşılaşılmamasına da dikkat edilir.İnanışa göre iki alayın karşılaşması evlilikler için uğursuz olurmuş.
Alay damat evine korna basarak gelir. Gelin ve damat arabadan inerler. Gelin eve geldiğinde ertesi güne kadar kaynananın geline görünmediği de olur.
Gelin kapıda bekler. Damat eve girer, gelinin de koluna elti, görümce ya da yakını bir bayan girer. Bu geleneğe "koltuğa girme" denir. Avluya ise sadece kadınlar girerler. Damat evden hazırlanmış olan şeker, leblebi, kuru üzüm, bozuk para dolu poşet ile dışarı çıkar, kalabalığın arasından yürürken etraftaki kadınlara da bu çerezlerden atar. Geline doğru ilerler. Güveyin attığı çerezleri kadınlar kapışırlar. İnanışlara göre bunlar "Bolluk - bereket" demekmiş. Bu şekerden yemek "yürek hoplamasına", kalp çarpıntısına iyi gelirmiş. Genç kızlar bu şekerlerden yastıklarının altına koyarsa o gece rüyada evlenecekleri kişiyi görürlermiş. Bu nedenle kadınlar, kızlar güvey şekerlerini yakalamaya ve bu cümbüşü doyasıya yaşamaya çalışırlar.
Damat gelini eve alır. Evden biri şeker ve su ile şerbet hazırlar, gelin ve damada içirirler. Bu arada damadın arkadaşları sürekli bahçe kapıyı yumruklar, damadı dışarı çağırırlar. Gelin sandalyesi avluya çıkarılır. Gelin, kadınların bakması için buraya oturtulur. Damatta arkadaşlarıyla kahve içmeye, tatlı yemeye gider.
Gelinin çorabına konulan para bir erkek çocuğa aldırılır. Gelinin kucağına da oğlu olsun diye bir erkek çocuk oturtulur.
"Kız çocuk elin olacak, erkek çocuk ise soy devam ettirecek" denir. Çocuğa mendil ve para verilir.
GÜVEY KAPAMA
Arkadaşları ile kahve içmeye, resim çıkmaya (resim çektirmeye) giden damat, akşam namazından sonra imam ve kendi arkadaşları ile evine gelir. İmam bahçe kapının (avlu kapısı ) önünde dua okur.Daha sonra arkadaşları tarafından sırtına yumruk vurulan damat bahçe kapıdan eve girer. Damat eve gelmeden önce geline de abdest aldırılır. Bu arada damat evine girmeden kapının arkasına bir tas su konur. Damat kapıyı açtığında tasa çarpar. Su dökülür. Evde bulunanlar "Damat tası devirdi" diye gülüşürken gelin de şaşıran damadın ayağına basmaya çalışır. İnanışa göre "Kim ayağa ilk önce basarsa evlilikte onun sözü geçermiş"

damat trasi
GÜVEY SOFRASI
Evine alınan damat için ve orada bulunanlara güvey sofrası denen yemek hazırlanır. Sofraya düğün yemekleri dışında evde bulunan yiyeceklerden de konur. Aslında güvey sofrasının en önemli yemeği de soğan kapaması imiş. Ayrıca sofraya alayla birlikte kız evinden yollanmış olan bir tepsi de "Güvey baklavası" konur. Baklavayı eve teslim eden bahşişini de almıştır.
Damat baklavanın mendilini açar ve bir bıçak ile baklavayı boydan boya tekrar keser. "Damat tepsiyi - baklavayı karıştırdı" denir.
Güvey sofrasında gelin ve damada et yemeği yedirilmez. Eğer et yerlerse "Ömür boyu kedi köpek gibi birbirlerini yiyeceklerine" inanılır.
Güvey sofrasında ayrıca "Gelin aldatmaca" da yapılır. Güvey çatalı ya da kaşığı ile geline yemek verir. Gelin ağzını açınca da kendi ağzına atar. Gelinin bu lokmayı hızla alıp yemesi gereklidir. Ama çoğunlukla gelinler aldatılır.
Yemekten sonra sofrada bulunanlar mutluluk dileklerini sunar. "Hayırlı olsun, Allah mesut etsin, bir yastıkta kocayın inşallah, Allah nazardan saklasın" gibi sözler söylerler.
Bu arada espri olsun diye "Mari kadınlar hadi gidelim artık. Ne demişler düğün iki kişiye, kalanı deli komşuya" dedikleri de duyulur.
Damat ile gelin ikişer rekat namaz kılar. Damat geline yüz görümlüğü altın takar. Gerdeğe girerler. Eskiden gerdek gecesi bakire olmayan kızı davul çalarak baba evine gönderirlermiş. Babanın kapısına da boya sürülürmüş.
CUMA SABASI (Cuma Sabahı)
Eski düğünler Perşembe günü yapılan alay ile sona erer ve Cuma günü de gerdek sonrası gelenekler yapılırmış. Günümüzde hala devam etmekte olan bu geleneğin günü değişse de adına "Cuma sabası" denilmektedir.
Cuma sabasında gelin kalktıktan sonra alay gününden beri görmediği kayınvalidenin ve ev halkından büyüklerin elini öper.
Gelin erkenden telci karıya saçına hotoz yaptırır ve beyazını (beyaz gelinliğini) giyer. Yaz günü ise avluda oturur. Mevlit okunacaksa başına beyaz bir baş örtüsü örtülür. Cuma sabasına genelde evli ve yaşlı kadınlar çağrılır. Bazen kızlar da gider.
Damat ise öğleye doğru arkadaşları ile gelinin evine el öpmeye ve yemeğe gider. Kayınpeder ve ev halkı misafirleri kapıda karşılar. El öpülür, gelenlere yemek verilir. Kahveler içilir, sohbet edilir.
Bu arada damadın ayakkabıları da saklanır. Damat ayakkabılarını almak için bahşiş verir.
CUMA SABASINDA BAZI GELENEKLER
Gelinin duvağı gül dalına takılır. Küçük bir erkek çocuğa oklava verilir, gelini kovalar. Gelin hızlı davranıp oklavayı yemeden duvağını alır ve eve girerse işlerini yapmada tez davranacağı yani çabukluğu belli olur.
Odaya bir miktar pirinç atılır. Gelinin bunları süpürmesi istenir. Böylece hamaratlığı, becerisi de ölçülmüş olur.
Cuma sabasına damat arkadaşları ile gelin evine gittiğinde sofradan bazı küçük eşyaları, kaşık, tuzluk gibi alıp ceplerine koyarlar. Damat evine dönüldüğünde bunları teker teker çıkarıp gülüşürler.
Bazen de damadın gücünü denemek için balta ve kütük verilir. Kütüğün bir vuruşta kırılması istenir.