HÜSEYİN ÇOLAKOĞLU

Hüseyin Çolakoğlu - Özgeçmiş
 
1930 yılının Nisan ayında Gümülcine’nin, merkez köylerinden Büyükmüsellim’de dünyaya geldim (günü belli değil). 1946 yılına kadar yaşamım aynı köyde geçti. Babam Rahim, bizim köyden Molla Bekir’in iki numaralı oğlu. Annem Emine, bir aşırı köy olan Kozlardereden Hüseyin Ağanın kızı. Beşkardeşiz. Habil Çolakoğlu ve kardeşlerinin babası olan büyük ağabeyim Raif Çolakoğlu, benden on beş yaş büyük ve aynı zamanda köyde öğretmenlerimden birisidir. İki numara olan ağabeyim Mehmet Çolakoğlu, üç numara olan ablam Ayşe, dört numara olan ben ve beş numara ise Cemiledir ve benden 8 yaş küçüktür. Komşu çocuklarımız Hacı Bekir’in, Besimin Galip ve Halit, İbrahim Amcamın oğlu Galip ve mahallenin diğer çocukları ile zaman zaman oyunlar oynadığımızı hatırlıyorum.
 
Unutamadığım olaylardan biri şudur. Yunanistan’ın belli bayramlarından biride yirmi beş mart kurtuluş bayramlarıdır. 1939 yılının yirmi beş martında, belediyenin bulunduğu Susur köyünde, Yunanistan’ın kurtuluş bayramı kutlamaları vardı ve bu bayrama bütün köylerin okulları katılırdı. Bizde katıldık. Rumca öğretmenim bana bu bayramda okumam için bir şiir öğretmişti. Aklımda kaldığı kadarıyla bu şiir şöyle başlıyordu:
 
            “şiko epano noelea..”  (Türkçe okunuşuyla)
 
Yani “Kalkın ayağa ey gençlik” diyor. Bu şiiri masa üzerine çıkarak okumak zorunda kaldım çünkü herkes tarafından görünmem zor oluyordu. Ancak o yaşta büyük bir alkış aldığımı hatırlıyorum. Törenler bitince köyümüze döndüğümde Raif Abim ’in büyük oğlunun (şimdiki Ziraat Profesörü Habil Çolakoğlu) doğum haberini öğrendim ve çok sevindim. Bu doğum üzerine, beni öte mahalledeki dedemlerin evine haberi vermeye gönderdiler. Müjdeni de alırsın dediler. O zamanlar dedemlerin evi iki katlı büyük bir bahçesi olan, iki kanatlı bir kapıya sahipti. Kapıyı açar açmaz dedemlerin her gün beni bilen, tanıyan köpeği, resmi kıyafet yüzünden olsa gerek, bana saldırıp beni dizimin altından ısırdı. Hemen evde, hamur ve çiğ kuru fasulye döverek, bacağıma bağladılar. Böylece tedavi yapılmış oldu. 
 
1941 yılının nisan ayına geldiğimizde Almanların işgalini yaşadık. Almanlar Yunanistan’a, biri Selanik, biri Gümülcine üzerinden olmak üzere iki koldan girdiler. Ben o zaman on bir yaşındaydım. Mahallenin hanımları ile çocuklarını Hacıların evinde topladılar. Köyün ileri gelenleri, köy girişinde, Alman askerlerini karşıladıklarını ve Almanların ilk molalarını bizim köyde yaptıklarını hatırlıyorum. Kısa bir süre içerisinde Yunanistan’ın tamamını işgal ettiler ama birkaç ay sonra Meriç Nehri ,Türkiye sınırı boyları ve adalar hariç, Yunanistan idaresini Bulgarlara teslim ettiler. Çünkü Bulgarlar Almanlara ateş etmeden, sınır kapılarını açmışlardı. Dört yıl boyunca Bulgarlar bütün Yunanistan’ı adata sömürdüler. O sırada mali bakımdan çok sıkıntılar çekilmişti.
 
Ama o dönemlerden kalan, 1941 – 1946 yılları arasında, yeniyetmelik çocukluğumuzda güzel şeylerde geçirdiğimizi hatırlıyorum. Örneğin ben 13-14 yaşlarındayken Ramazan ayı yaza rastlamıştı. Biz yaşıtlarımızla teravi namazından sonra sık sık, bir akşam bizim karpuz tarlamıza gider, karpuz yeriz ve oradan çıktıktan sonra Galiplerin bağına giderek üzüm yer ve evlerimize dönerdik. Yine o yıllarda, özellikle bahar aylarında köy okulları birbirlerine ziyaretler yapardı. Örneğin bizim köye geldiklerinde bahçeye kara tahta çıkarılır, tebeşirle ortadan ikiye ayrılır, bizim herhangi bir sınıfımızdan bir kişi onlardan bir kişi tahtanın başına geçer, kendilerine matematik soruları sorularak matematik yarışması yapılırdı. Birkaç yarışmadan sonra şiir okuma yarışmasına geçilirdi. O bitince bitişiğimizdeki camiye geçilir Kuranı Kerim okuma yarışması yapılırdı.
 
1944 yılında ben beşinci sınıftayken, daha önce hiç yapılmamış zorunlu olmayan bir sınavla karşılaştım. Gümülcine Merkez İdadi İlkokulundan bir heyet çağırılmış, bizim sınıftaki öğrencileri matematik sınavına tabii tutmuştu. ( O zamanlar idadi ilkokulunda verilen her ders, branş öğretmenleri tarafından okutulurdu.) Bu sınav sonucunda ben Hüseyin, İbrahim amcamın oğlu Galip, komşum Hacının, Besimin oğlu Galip ilk üçü kazanmıştık. İdadi öğretmenleri “Bu çocuklara yazık etmeyin, seneye bize gönderin, bizde okusun.”  gibi laflar ettiler. “Ama ufak tefek noksanlıkları var beşinci sınıfı tekrar ettirelim.” dediler. Babam beni ve komşumuz Hacının, Besimin oğlunu Gümülcine Merkez İdadi İlkokuluna göndermeye karar verdi. Amcam ise oğlunu göndermedi. Gümülcine’de yaşlıların kaldığı eski bir medresenin misafirhanesinde bize bir oda kiraladılar ve bir yıl Gümülcine’nin merkez ilkokulu olan idadide okudum. Bu dönem Yunanistan’da yokluk yıllarına rastlıyordu. Yemeklerimiz haftada bir köyden gelirdi. Zaman zaman çorbamızı, makarnamızı, pilavımızı kendimizin pişirdiğini hatırlıyorum. Bu sürede Gümülcine’de hafta sonlarında akrabamız ve çocukları sınıf arkadaşımız olan Sabahattin’de, nur içinde yatsınlar, hafta sonları bizi yemeli ve yatmalı misafir ettiler.
 
Yılsonu geldi okul zamanı bitti. O dönemde Yunanistan balkan olayları dönemi gibi yine karışmaya başladı. Rum çeteleri bir gece köyümüze baskın yaptı. Köyün ileri gelen ailelerinden iki kardeşi alarak dağa çıkardılar. Kardeşi alıkoyup, abiye “Git, kısa sürede bize para getireceksin” diye tehdit ettiler. Olay para ile çözüldü ama babam artık Yunanistan da yaşanmaz Türkiye’ye gidiyoruz dedi.  Babam orada kaldı. Annem, büyük abim, eşi ve çocukları, küçük abim ve eşi, ablam, ben ve kız kardeşim eşyalarımızı bir kamyona yükleyip bir gece Meriç nehrine geldik. Bir sandalla kaçak olarak Türkiye geçip, İpsala’ya ulaştık. Oradan bizi trenle Edirne’ye sevk ettiler. Edirne’de muhacırhanede 35 gün kaldık. Bu sırada işlemlerimiz yapıldı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bizi Trakya’da herhangi bir yere iskân etmek istedi. Biz ise babamın ön görüsüne göre devletten yardım istemeyip, İzmir’e gitmeyi istedik.
 
İzmir’de bizi geçici olarak bir misafirhaneye yerleştirdiler. Birkaç ay sonra Damlacıkta bir ev kiralayarak oraya taşındık. Tabii ki babam ve abilerim belli işler arayıp çalışmaya başladılar. 1946 yılının Eylül ayında okullar açılmak üzereyken, kiraladığımız ev Damlacıktaydı.  Çevresinde okullar bulunuyordu. Alttaki sokakta bulunan üç okuldan biri olan Sakarya İlkokuluna kayıt olmak için gittik. Kardeşimin kaydı yapıldı.Benim elimde ilkokul beşinci sınıfı okuduğuma dair tasdikname vardı. Bana dediler ki “Senin ortaokula gitmen gerekiyor. Ben de dedim ki “Yunanistan’da ilkokullar altı yıl bu yüzden ilkokul diplomam bulunmuyor. Beşinci sınıfı ben tekrar okumak istiyorum.” Bu yüzden ben üçüncü defa beşinci sınıfı okudum ve 16 yaşımdaydım. Ancak sınıf arkadaşlarım 11 -12 yaşlarındaydı. Başta matematik olmak üzere başarım diğer öğrencilerden çok ilerdeydi. Matematik dersimize başöğretmenimiz giriyordu. Birinci sömestrden sonra yaptığı tüm sınavları bana okutmaya başladı. Sınıf öğretmenimiz “Sen göçmen bir ailenin çocuğusun, seni parasız yatılı devlet okullarının sınavlarına gönderelim” diye beni zorlamaya başladı. Bende bunu anneme ve babama açıkladım, onlarda önce tamam dediler. Mahalleden bir arkadaşımı da ikna ederek parasız yatılı sınavlar için başvurduk. Sınav günleri geldi. Cumartesi günü Türkçe kompozisyon sınavına girdik. Ancak akşam eve geldiğim zaman annemin gözü iki çeşme ağlıyor, “Ben bütün yakınlarımı Yunanistan’da bıraktım, oğlumu yatılı okula göndermem” dedi. Babam bana sordu bende “Siz bilirsiniz” dedim ve ertesi gün sınava gitmedim. Sınava giden arkadaşım sınavı kazandı ve Aydın Lisesinin Ortaokul kısmına parasız yatılı olarak yazıldı. Ben orta öğrenimimi yapmak üzere İzmir Tilkilik Erkek Ortaokuluna kaydoldum. 3 yıl başarılı bir öğrenim geçirdim. Ortaokulu pekiyi derece ile bitiren 3 – 4 öğrenciden biri idim.
 
Ortaokul son sınıfta iken, öğretmenim “Oğlum biliyoruz, bizden sonra Atatürk Lisesine gideceksin ( Atatürk Lisesi o zamanlar İzmir’in en başarılı ve iyi lisesi) buradan da İstanbul Teknik Üniversitesine gideceksin ama sen göçmen bir ailenin çocuğusun İstanbul’da nasıl okuyacaksın”, diyerek beni yatılı okullara göndermeye uğraştılar. Bunun üzerine ben de öğretmen okulları için başvuruda bulundum. Ortaokuldan mezun olup Atatürk Lisesine kaydımı yaptırdım, 2 ay kadar orada öğrenime devam ettim. ( Atatürk Lisesi o dönemde önce ortaokulu pekiyi derece ile bitirenleri, yer kalırsa iyi derece ile bitirenleri alıyor idi.) Bu arada Balıkesir Necati Bey Öğretmen okulunu parasız yatılı olarak kazandığım haberi geldi. Atatürk Lisesinden ayrılarak Balıkesir Necati Bey Öğretmen okuluna gittim.
 
Ortaokul öğrenciliğim zamanında arkadaşlarımla beraber zamanımızın çoğunu İzmir Konaktaki halk evinde geçirirdik. Halk evinin bana katkılarını yadsıyamam. Daha açık olarak söylemem gerekirse, spor ( basketbol, voleybol, masatenisi), kitap okuma, tiyatro seyretme, müzik dinleme vb. aktiviteler. Bu temeller, özellikle spor alanındaki çalışmalar, benim Necati Bey Öğretmen Okulunda spora yönelmemi,  aynı zamanda oradaki ortam ve imkânlar bu alanda benim daha iyi gelişmemi sağlayıp beni spora yöneltti. 3 yıl parasız yatılı olarak Balıkesir Necati Bey Öğretmen okulunda öğrenimimi yaptım. Gururla söyleyebilirim ki, Necati Bey Öğretmen Okulu, Türkiye’nin en modern, en iyi öğretmen okullarından biriydi. Bu sürede bütün derslerimin yanında atletizm ve basketbol üzerinde çalışmalar yaptım. Şampiyonluklar yaşadım. Öğretmen okulunu derece ile bitirdim. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümünü, spora ilgim olduğu için seçtim ve kazandım.
 
3 yıl boyunca Gazi Eğitim Enstitüsünde, atletizm ve basketbol kaptanı olarak görev yaptım. Her iki branşta da üniversite ve yüksekokul Ankara karmasında görev aldım. 1956 yılında Gazi eğitim enstitüsünden mezun oldum. Mezun olduktan sonra, görev yapacağımız yerler henüz belirlenmeden önce yine Gazi eğitim Enstitüsü Müzik Bölümünden mezun olan Şükran Seval ile nişanlandık. Nişanımı eşimin Ankara’da ki bir akrabasının evinde yaptık. Ertesi gün arkadaşlar öğrenince, “Bizsiz nişan olur mu?” dediler, bunun üzerine tekrar ikinci bir nişanı Ankara Bahçelievler’de, Akalın Pastanesinde yaptık. Aşağı yukarı yetmiş seksen kişi kadar vardık. Yıllar sonra bana eşim, “Hüseyin” dedi, “Sende para yoktu bende para yoktu o Akalın pastanesindeki nişanı nasıl ödedik biz?” Hâlbuki bizim paramız dâhil o paraların hepsini herkes kendisi ödemişti.
 
Birkaç gün sonra tayin olduğumuz yerleri öğrendik. Eşim Şükran Seval Trabzon Lisesine gidiyordu. Ben ise Isparta Gönen Öğretmen Okuluna. Bundan sonra meslek yaşamımız oldukça düzenli geçti. Ben bir yıl Isparta Gönen Öğretmen Okulunda çalıştıktan sonra askerliğimi yedek subay olarak yapmak için başvurup sınavlara girdim. Beden eğitimi öğretmenleri genellikle piyade ve süvari okullarına giderken ben istihkâm okulunu kazanmıştım. Okul İstanbul’daydı. 6 ay süren istihkâm okulu rahat geçti. Dönem bitmek üzereyken askeriyeden bir heyet geldi. Beden eğitimi öğretmenlerini çağırdı. Biz 3 kişiydik. Önce Askeri Lise okullarında öğretmenlik yapmak istiyor muyum diye bana sordular. ”Bursa Işıklar Askeri Lisesi olursa, olur” dedim. Bir yıl Bursa Işıklar Askeri Lisesinde askerliğim bitene kadar beden eğitimi öğretmenliği yaptım. Çok rahat, güzel ve başarılı bir yıl geçirdim. Çalıştığım bir yıl Bursa’da futbol hariç Bursa birincisi olduk Askerliğim bitmek üzereyken, 1958 yılında eşim Şükran Çolakoğlu ile evlendik. Askerlikten sonra eş durumundan eşim Trabzon lisesinde olduğu için bende oraya tayin oldum. 1959 da şimdi nöroloji profesörü olan büyük oğlum Zafer Çolakoğlu Trabzon’da doğdu.
 
1960 yılı yazında, tatil için İzmir’e ailemin yanına geldiğimizde, öğretmen okulundan beraber mezun olduğumuz bir arkadaşıma rastladım. Kendisi devletten ayrılarak, İzmir Özel Türk Kolejinde çalışmaya başlamış. ( İzmir Özel Türk Koleji o denemler İzmir’in en iyi üç okulundan biri) Okulun müzik ve beden eğitimi öğretmenine ihtiyacı varmış, arkadaşım bizi alarak okulun müdür ve aynı zamanda sahibi ile tanıştırdı. Görüşmeler sonucunda devletten ayrılıp İzmir özel Türk Kolejine geldik. Ben İzmir Özel Türk Kolejinde 11 yıl ( 1971 sonuna kadar) beden eğitimi öğretmeni ve müdür muavini olarak görev yaptım. Eşim 1980 yılına kadar 20 yıl görev yaptı. Ben ise 1971 yılında Türkiye Gençlik ve Spor Bakanlığının akademilerini kurmayı planladığı spor akademisine eğitim elemanı yetiştirmek için Almanya’ya göndereceği beden eğitimi öğretmenleri için açtığı sınava katılarak ilk 5 içinde sınavları kazanıp, Almanya’ya gidecek ilk 5 ile 1971 yılı sonunda Almanya’ya gittim. (İkinci beş, bizden altı ay sonra Almanya’ya gitti)
 
Almanya’da önce 6 ay Goethe Enstitüsünde Almanca eğitimi gördüm. Daha sonra Köln Spor akademisinde uzmanlık eğitimi ve spor bilimlerine başladım. Uzmanlık eğitimimi basketbol üzerine seçtim. O eğitime paralel spor bilimleri eğitimimi devam ettirdim. Uzmanlık eğitimi 3 yarıyıldı. Spor bilimleri eğitimi 2 yıl sürdü. Uzmanlık eğitimine başladığımız zaman basketbol öğretmenimiz belki de biraz abartarak “Basketbolu sen benden daha iyi biliyorsun” dedi. Ve 3 yarıyıl boyunca biz onunla öğretmen ve asistan olarak çalıştık. O tarihlere kadar, ülkemizde spor bilimleri olmadığından, spor bilimleri eğitimine ilk defa Almanya’da başlamış oldum. Bu eğitim süresince, bana ders veren öğretmenlerin, benimle ekstradan ilgilendiğini hiç unutamıyorum. Bana çok yararlı oldular. Almanya’da geçirdiğim 3 yıl içerisinde, eşim Şükran Çolakoğlu İzmir’de 3 çocuğu ile birlikte İzmir Özel Türk Kolejinde çalışmaya devam etti. Almanya’da eğitim bitince ülkeme geri döndüm. Henüz daha spor akademileri kurulmamıştı. Eşim İzmir’de olduğu için, bende İzmir Bornova Suphi Koyuncuoğlu Lisesinde 1 yıl beden eğitimi öğretmenliği yaptım.
 
1975 yılı başında, Ankara’da, Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından 19 Mayıs Spor Akademisi kurulmaya başlandı. Kuruluş heyetinde bende vardım. Dolayısıyla görevime öğretim görevlisi olarak burada başladım. 6 ay sonra Gençlik ve Spor bakanlığı tarafından İstanbul’da, Anadolu Gençlik Spor ve Akademisi, Manisa’da, Manisa Gençlik ve Spor Akademisi kurulmasına karar verildi. Ben, Manisa Gençlik ve Spor Akademisinin kurucu başkanı oldum. Türkiye’de üniversite ve akademi başkanları, doçent veya profesör unvanına sahip olmalarına rağmen, akademisyen olmaya ben tayin edilmiştim.
1 yıl sonra, Ege üniversitesi de Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu kurmaya karar verdi. Kurucu heyetine beni de aldılar. Böylece Ege Üniversitesi Spor Yüksekokulu da kuruldu. Bir taraftan Manisa Gençlik ve Spor Akademisindeki başkanlık görevim ve derslerim devam ederken Ege Üniversitesinde de branşımla ilgili dersleri de okutmaya başladım. Her iki kurulda da derslerim devam ederken, “Akademisyen olmayan kişiler akademi ve akademi başkanı olamaz” düşüncesi ile Ege Üniversitesi rektörlüğünden istekte bulundum. İsteğimiz, akademi ve yüksekokulda öğretim görevlisi ve başkanlarının da üniversitenin diğer fakülte ve yüksekokullarında da olduğu gibi, yüksek lisans ve doktora programlarına tabii tutulmalarıydı. Önerimiz, Ege Üniversitesi senatosunca kabul edildi. Ben, kendim başta olmak suretiyle bütün öğretim görevlilerinin bu programlara katılmasını sağladım ve bu programlar yürürlüğe girdi. Şunu vurgulamak istiyorum ki spor bilimlerinde Türkiye’de yüksek lisans diploması, arkasından da doktora diploması alan ilk kişi ben oldum. Tabii ki şimdi ülkemizde bu alanda,  başta kendi oğlum Muzaffer Çolakoğlu olmak üzere, diplomaya sahip birçok profesör bulunmakta.
 
1989 yılında Ege Üniversitesinden emekli oldum. Aynı yılın yaz aylarında kendimizin de evinin bulunduğu Burhaniye ile Ayvalık arasındaki Türkiye’nin en büyük tatil sitesi olan (200 ortaklı – 1850 küsur evi olan – 5 koy üzerine kurulmuş) ARTURda üniversite asistanlarımın da yardımıyla yaz spor kursları açtım. (Voleybol – Basketbol – Futbol – Atletizm – Yüzme – Tenis) Bu arada tüm ARTURlulara sabah yürüyüş ve jimnastik kursları açtım. 1990 ile 1995 yılları arasında 5 yıl şirket yönetim kurulunun önerisi ile şirket genel müdürlük görevini yaptım.
 
Mesleğim boyunca başta atletizm ve basketbol olmak üzere gerek okullarımda, gerek bölgelerimde gerekse ülke çapında başta atletizm federasyonu olmak üzere başarılı faaliyetlerde bulundum. Örneğin,
İki sene Trabzon’da kalmama rağmen 3 tane milli atlet yetiştirdim.
İzmir’de başta kendi okulum Türk Koleji olmak üzere şampiyon atletizm ve basketbol takımı yetiştirdim.
İzmir’de bölge atletizm ajanlığı yaptım. (İzmir atletizmini yönettim).
Türkiye Atletizm Federasyonunda Eğitim Kurulu başkanı oldum.
Türkiye Atletizm Federasyonu üyesi oldum.
Uzun süre atletizm milli takım antrenörlüğü yaptım.
Defalarca milli takıma yönetici olarak katıldım.
Uluslararası beden eğitimi öğretmenleri ve spor bilimleri kongrelerinde ülkemi temsil ettim. Hiç unutamıyorum, bir keresinde Cumhuriyetçi Çin Formoza Adasında yaptığı Uluslar arası kongreye, her ülkeden bir kişiyi bütün masrafları onlara ait olmak üzere ismen davet edilmiştim. (Bu toplantıya da katıldım)
 
Gelelim ailemize, 1959 Trabzon doğumlu büyük oğlumuz Zafer Çolakoğlu nöroloji profesörü oldu, endüstri mühendisi bir kızı ve 1 yaşında bir kız torunu var. 1962 İzmir doğumlu ikinci oğlumuz Muzaffer Çolakoğlu, şu anda Ege Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Bilimleri Fakültesinde Profesör öğretim üyesi olarak görev yapmakta. Çocukluğundan itibaren, atletizme benim antrenörlüğüm ile başlayan ve devam eden, yıllarca milli takımda yarışan, zaman içerisinde Türkiye rekorlarına sahip olan bir kişidir. Şuan 14 yaşında liseye giden bir erkek çocuk sahibidir. 1965 doğumlu üçüncü çocuğumuz, kızımız Emine Seval Aslan, ziraat ve gıda mühendisi olup, 25 yaşında mimarlık yüksek lisansı yapan bir erkek çocuk sahibidir.
 
Kaleme alan: Dorukhan Aslan (TORUNU)
Teşekkür Ederiz...