NECATİ KARYAĞMAZ (Köyümüz Öğretmenlerinden)

MESLEĞİMİN İLK ON YILLARI
1960 yıllarının ortası…Benim ilk öğretmenlik yıllarımdır.Çok sevdiğim mesleğimi icra edebilmek için ilk tayinim Bursa’nın Kestel ilçesine bağlı Ağlaşan köyüne çıktı.Bu köy bir yörük Anadolu köyüdür,tamamen hayvancılıkla geçimini sağlar.Bursa ovasının doğusuna kuş bakışı bakan,Uludağ’ı tam karşısında gören,elektriği olmayan,ulaşım imkanları zor şartlarda olan,çam ormanlarının arasında 30 evlik şirin bir köy…Benim ilk mesleki yılım ,köyün de gördüğü ilk öğretmen…Okul ve öğretmen lojmanı yeni yapılmış,bir dönüm kadar da bahçesi olan bir yerdi.İlk günlerim yeni okulu köylülerle birlikte toparlayıp eğitim ve öğretime hazır hale getirmekle oldu.Daha önce çocuklarını yakın köylere okumak için gönderen köylüler okulumuz açılıyor diyerek çocuklarını okula getirdiler.Velilerimiz ile birlikte okulumuzu törenle açtık.Eğitim öğretim okulumuz bir derslikli,değişik sınıflardaki öğrenci mevcudu ise toplam 32 öğrenciydi.
Okulumuzda öğrenci sırası ve yeşil tahtadan başka bir şey yoktu.İlk aylarım ve ilk yılım bu eksiklikleri tamamlamakla geçti.Öğrencilere verdiğim cümleleri bile civardan bulduğum kamış kalemlerle yazıyordum.Ertesi günü öğreteceklerimi ve yapacağım faaliyetleri akşamdan üç dört saat süren planlamalarla ancak gerçekleştirebiliyordum.İyi bir planlama olmazsa başarılı olmak çok zordu.Birinci sınıf öğrencisine okuma yazma öğretirken 2,3,4,5.sınıf öğrencilerine de neler yapmaları gerektiğini çok iyi bir planlama ile yapabiliyordum.Çok çalışıyordum ama çokta mutlu idim.Eşim ve bir kız çocuğumla birlikte çok mutlu idik.Tüm zamanımı öğrencilerim ve ailem ile geçiriyordum.3 yıl sonra aileme bir erkek birey daha katılacaktı.Gaz lambası kullanıyorduk.Köy şehir merkezine 35 km idi.Daha önce ifade ettiğim gibi doğru dürüst yol yoktu.Traktör kiralayarak ulaşım sağlayabiliyorduk.En yakın köy Narlıdere 3 saat uzaklıktaydı.Ben bu yolu hep yürüyerek gidip geliyordum,çünkü şehir merkezine araç bu köyden kalkıyordu.Bazen sırtımda 30 kg yükle köye çıkıyordum,çünkü kış aylarında çamurdan traktörler de çalışmıyordu.Minibüs sabah 08:00’de kalktığı için benim bulunduğum köyden saat 05:00 ‘te yola çıkmam gerekiyordu.Yola bazen şehirde işi olan köylülerle,bazen yalnız çıkıyordum.O zaman yabani hayvanlardan korunmak için özel yaptığım 1.5-2 metre uzunluğunda kalınca bir sopa ile bu yolculuğu yapıyordum.İlk aylarım ve ilk 2 eğitim öğretim yılım böyle geçti.Ortama artık iyice alışmıştım.Köylülerle aile boyu gidip gelmeler başlamıştı.Haftasonları ava meraklı kişilerle ava gidiyorduk ve köyün derelerinde olta balıkçılığı yapıyordum.Bu uğraşlar benim vazgeçemediğim hobilerim olmuştu.
Bir gün,köye av tüfeği satan birileri geldi.Köy halkının tümü silahı ve silah kullanmayı çok severdi.Bana da:‘’Hoca! Bir tane de sen al,bizimle ava gelirsin.’’dediler.Sonuçta bir av tüfeği de ben aldım.Zaten silaha meraklıydım.Kendi köyümde 12 yaşına kadar ve mütakip yıllarda silah kullandım.Hedefe atış yapmayı çok iyi biliyordum.Köy halkından biri olan ve çok sevilen Çavuş Ali olan zat:’’Ehh!Hoca,senin ellerin bu silaha yakışmaz.İstersen 30 metre ileri dikileyim de bana ateş et,bakalım tutturabilecek misin?’’dedi.Çünkü onlar uçara ve kaçara karşı çok iyi silah kullanıyorlardı.Ben de:’’Senin hedefte olmana gerek yok,şapkanı havaya at bakalım.’’ dedim.O da beni vuramaz diye şapkasının geniş tarafını namlunun doğrultusuna gelecek şekilde havaya attı.Hedefin bir karış altından nişan alıp tetiği çektim.Şapkanın içinde ne kadar dolgu maddesi varsa kumaşıyla beraber dışarıya çıktı,şapka delikli bir kevgire döndü.Orda bulunan herkes saatlerce güldü.Bu gülmeler ortak alanlarda yapılan muhabbetlerde hep devam etti.Ben de:O da beni vuramaz diye şapkasının geniş tarafını namlunun doğrultusuna gelecek şekilde havaya attı.Hedefin bir karış altından nişan alıp tetiği çektim.Şapkanın içinde ne kadar dolgu maddesi varsa kumaşıyla beraber dışarıya çıktı,şapka delikli bir kevgire döndü.Orda bulunan herkes saatlerce güldü.Bu gülmeler ortak alanlarda yapılan muhabbetlerde hep devam etti.Ben de:’’Ali amca,bu sefer artık ayakkabılarını at,daha küçük hedef olur.’’ Dediğimde o da bana:’’İkinci bir defa daha aldanmam.’’ Derdi gülüşürdük.Köyden 1973 yılında ayrıldığımda,Çavuş Ali’nin vefat ettiğini öğrendim.Allah rahmet eylesin.Ayrılırken,ben de ağladım köylüler de ağladı.
Biz ilk tayin olduğumuz köyün,bölgenin,mahallenin tarihi geçmişini araştırı,üç be sayfalık özet halinde dosyamıza koyardık,gelen Milli Eğitim müfettişi bunu görmek ve okumak isterdi,bu bir görevdi.Ben de bu Ağlaşan adı nereden gelmiş diye araştırmaya başladım.Köyde aklı başında,90 yaşlarında bir Fethiye Ninemiz vardı,ona gittim ve sordum:
-‘’Muallim Bey,ben ninemden,ninem de annesinden sormuş.2 km daha yukarda olan köyde bir salgın hastalık çıkmış,köy halkının çoğu bu salgında hayatını kaybetmiş.Kalan 2-3 hane de ağlaya ağlaya bulundukları yerden ayrılmışlar,şimdiki bulunan köyü kurmuşlar.’Ağlaşan’ adı işte buradan geliyor oğul.’’dedi.
Hep öyle değil midir,Anadolu’da kurulan yerleşim yerleri,türkülerimiz ve ağıtlarımız hep böyle bir gerçeğe dayanmaz mı ?
Bir de Galiçya cephesinde savaşan Memiş dedem vardı:’’Oğul ,ordumuz bozuldu.Birkaç ülkenin orduları bulunduğumuz cepheye saldırdılar.Çok şehit verdik,firarlar başladı,artık oralarda kalmamızın imkanı yoktu.Zaten askeri birliğimizde dağılmıştı.Geceleri yol alarak,gündüzleri gizlenerek,yabani armut ve ahlat yiye yiye 40 günde köyüme geldim.’’sözlerini ağlaya ağlaya anlatırdı.Ayağında tek kalan postalla değiştirerek yürüdüğünü anlatırdı.Bir başka yaşlı amcam da 6-7 km veya 10 km ilerde Barakfaki ve Dimboz köylerinde işgal yıllarında Yunan karakollarının olduğunu söylerdi.Yunan askerinin sık sık köylerine geldiğini ifade ederdi.  Bu köyde dolu dolu 6-7 yılım geçti.Mezun verdiğim öğrenciler şimdi büyükbaba oldu.2010 yılında ziyaretine gittiğimde köy yollarının asfalt,köyün içinin kaldırım taşı döşendiğini,elektriğinde geldiğini gördüm.Sabah-akşam saatlerinde otobüs bile vardı.Ama maalesef öğrenci yokluğundan dolayı okul kapalıydı.Hem Büyükmüsellimdeki öğrenci azlığına hem ilk görev yaptığım okulun kapalı olduğuna çok üzüldüm.
  Ben de bir yörük çocuğuyum.Bursa-Osmangazi ilçesine bağlı şehir merkezine 55 km uzaklığı olan Küçükdeliller köyündenim.Akrabalarım ve köyün büyükleri sık sık:’’Sen kendi köyünde neden öğretmenlik yapmıyorsun ?’’diye söylenirlerdi.Ben de tayinimi kendi köyüme çıkarttım.Küçükdeliller köyü de tam bir Osmanlı ve yörük köyüdür.Kayı Boyu’nun geleneklerini yaşatan bir köy…
Orhangazi ordusu ile Domaniçten Bursayı feth etmeye gelirken o köyden geçiyor.Köy değil de iki kardeşin aile ve çocukları ve birkaç akrabası ile birlikte kurdukları bir yerleşim birimi.Küçük kardeşin yerleştiği Küçükdeliller,2 km uzakta da büyük kardeşin yerleştiği Büyükdeliller.Aslında Delillersağır,Delillerkebir.Orhan Bey’in ordusuna bu iki kardeş Bursaya kadar rehberlik yapıyorlar.Bilinirki,Arapçada Delil;yol gösterici,rehber gibi anlamlar taşır.İşte Cumhuriyete kadar Delillerkebir,Delillersağır olan bu köyler günümzde Büyükdeliller ve Küçükdeliller olarak anılmaya devam ediyor.
Köyümdeki okula göreve başladığımın 1.yılı idi.Bir gün bakanlıktan yurtdışında(Batı Trakya’da) görevlendirilecek öğretmen istendiği ile ilgili bir yazı geldi.Ben de gerekli şartları taşıdığımdan müracaatımı yaptım.Kendi köyüm olduğu için pek yabancılık çekmiyordum.1,2 ve 3.sınıfları birleştirerek okutuyordum.Yine burada anlatmadan geçemeyeceğim bir amcayı anlatacağım.Adı köse Mehmet.1911 yılında Balkan savaşına gidiyor.1 ve 2.Balkan Savaşları,Çanakkale  daha sonra Galiçya,Filistin ve Yemen cepheleri ve Medine müdafaası,Kurtuluş Savaşı derken 12 yıl sonra köyüne gelebiliyor.O çöllerde geçridikleri hayat serüvenini anlatırken hep ağlardı.Hakkı yürümüş olan bu şehit ve gazilerimize ve günümüzdeki tüm şehitlerimize Allah rahmet eylesin.Yurtdışı görevine talip olduğumun birkaç ay sonrasına kabul edildiğime dair yazı geldi.Ama yapılması gereken sınavlar ve mülakatlar vardı.Ben küçüklüğümden beri Türk tarihine hayran bir insandım.Öğrencilerime Türklerin tarihini anlatmak çok hoşuma giderdi.Çin seddinden,Adriyatik kıyılarına Balkanlardan Sibiryaya kadar yaşayan Türk varlığı benim hep ilgimi çekti.En azından kabul edilirsem küçükte olsa bir bölgede yaşayan Milli sınırlarımız dışında kalan Türk kardeşlerimi yakından görme,onlara hizmet etme imkanı bulacaktım.İşte bu duygular içinde görev yaparken Bursa Milli Eğitim müdürlüğünden ilk seçmelerin ve sınavın yapılacağını öğrendim.
O yıl yaz ayları Türkiyede çok sıcak geçiyordu…Siyasi ve askeri ortam gergin idi.İşte bu aylarda Ankaraya mülakata çağrıldım.Türkiye’nin değişik illerinden gelen 60 civarında öğretmen ile birlikte mülakata girdim.15-20 kadar öğretmenin gönderileceğini öğrendim.Mülakata girip geri döndüm.1970 yılının temmuz ayında mülakatı kazandığım tarafıma bildirildi ve pasaport işlemlerim için Ankaraya gelmem gerektiği söyleniyordu.Mülakatta 10 civarında soru soruldu.2 tanesini arz etmek istiyorum.
-Batı Trakya denilince ne anlıyorsunuz?
-Bu bölgenin hangi şehirlerinde yoğun Türk nüfusu vardır?
Ben zaten böyle bir soruyu bekliyordum.Yakın tarihimizi ve Balkanları değişik eserlerden okumuştum.Hatta son okuduğum kitap Makedonya 1900 idi.Bir başka soru ise bir ülkenin milli geliri ile ilgiliydi.Fakat yakın çevre böyle bir gergin siyasi ortamda gitmemem gerektiğini bana sürekli telkinde bulunuyorlardı.Böyle bir imkanı da kaçırmak istemiyordum.Her halde 2 ülkede bu gereken güvenceleri birbirine vermiştir.Sonuçta Yunanistandan da ülkemizdeki Rum okullarına öğretmen gerekiyor.Ankaradaki pasaport işlemlerinden sonra vize için Yunanistan’ın Ankara Büyükelçiliğine gittim.Çok sıcak karşılandım,vize işlemleri için bir gün bile beklemedim.İlk intibam çok olumlu idi.2 ülke arasında bu konu ile ilgili yapılacak son protokollerin imzalanmasını bekledim.

GÜMÜLCİNE VE BÜYÜKMÜSELLİM YILLARI

Ankaradaki vize işlemlerimi bitirdikten sonra hemen Bursaya döndüm.Görev yaptığım Küçükdeliller köyündeki ailemi ve ev eşyalarımı Bursadaki baba evine getirdim.İlk yıl ailemi götürmedim.Anne baba ve çocuklarımla vedalaşıp Ekim ayının bir sabahında yola çıktım.Akşam saatlerinde Sirkeci tren istasyonuna vardım.O yıllarda ulaşım şimdiki gibi değildi,kara trenden başka ulaşım aracı yoktu.Günümüzde Batı Trakya seyahati Bursa-Ankara yolculuğu gibikısa ve rahat.Akşam saat 8’de trene bindim.Takribi 12 saat sonra Türkiye’nin Batıdaki son istasyonu olan Demirköprüye vardım.Gümrük işlemlerinden sonra aynı vagonla Yunanistan’ın ilk istasyonu olan Pityon istasyonuna geçtim.Trenin birkaç saat bu istasyonda kalacağını öğrendim.

Ben,Türkiye’de günde 8-10 bardak demli çay içen bir insanım,daha hala öyleyim.Çay şimdi de Türkiyemizin milli bir içeceğidir.İstasyonda acıkmamın aksine aklıma gelen ilk şey demli bir bardak çay içmek oldu.Adeta çay krizi geçiriyordum.Büfeci Yunanlı çat pat Türkçe biliyordu.İsteğimi çay olarak ifade ettim.Bana içersinde papatya,nane ,ıhlamur ve adaçayından oluşan bir karışım verdi.Bu bizim bildiğimiz bir çay değildi.Meğer Yunanistanda Türkiyedeki gibi bir çay demleme kültürü yokmuş.Bir sonraki aylarda Gümülcine Türkiye Gençler Birliğinde ve Ahmet Aga’nın kahvehanesinde Türkiyeden gelen öğretmen arkadaşlar ile birlikte çayı bizimki gibi demletmeye başladık.Ben Yunanistanda ‘Batı Trakya’da’ bir kahve kültürü olduğunu gördüm.Nereye giderseniz size kahve ikram ediliyordu.Sabahları bile kahvaltıdan önce kahve içiliyor.

Neyse,Pityon’dan trenim hareket etti.Güzel ve açık bir Ekim günü,trenin bütün vagonları asker dolu idi.Manzara çok güzel,ben de trenin camlarından dağları,tepeleri,yolları seyrediyorum.Böylece yolculuğun tadını çıkarıyordum.Yollar,askeri araçlarla dolu;kimisi Meriç kıyısına gidiyor kimisi de dönüyor.Bir hayli yoğunlukta da askeri araç trafiği.Vagonda askerlerin arasında sivil bir insan olarak yalnız ben vardım.Bursadan aldığım bir kg kadar sigaramın,birkaç paketini yanıma almıştım.Yanıma aldıklarım bitti.Valizi de o an için açma imkanım yoktu.İşaret dili ile bir askerden sigara istedim.Bana bir değil,birkaç tane de fazladan verdi.Sigaramı da yakma inceliğini gösterdi.Kendisine,çok memnun kaldığımı işaret dili ile anlatmaya çalıştım.Dedeağaç’tan itibaren tek tük Türk köyleri görünmeye başladı.Yol güzergahları yakınlarında ve daha uzaklarda çok fazla Türk köyü tesbih taneleri gibi diziliverdi görüş açımda…Gördüğüm minareler sanki bana Anadolu’nun bir bölgesinde seyahat ediyormuşum gibi geldi.O anlarda içimden geçen duyguları anlatmam mümkün değil.

Birkaç saat sonra Gümülcine tren istasyonuna vardım.Trenden indiğimde sağa sola bakarken kıyafetlerinden Türk olduğunu anladığım insanlar gördüm.Birisini kolundan tutarak kendimi tanıttım.Şehir merkezine yakın bir otel ve Türk konsolosluğuna nasıl gidebileceğimi sordum.O kişi beni bir otele götürdü,valizimi otel odasında bıraktım.Traş olup,birkaç küçük temizlikten sonra  kıyafetlerimi değiştirdim.O kişi,beni konsolosluk binası karşısında bırakıp ayrıldı.Kapıyı açan kavasa kendimi tanıttım.Beni içeri alıp beş on dk dinlenmemi sağladı.İçerde,yetkililerle görüştükten sonra kavas beni Türk Gençlerbirliği lokaline götürdü.Orada beni birçok Türk ile tanıştırdı.Görev yapacağım okulun birkaç gün sonra bana bildirileceği konsoloslukta söylenmişti.İki-üç gün otelde kaldım,bütün günüm Türk Gençlerbirliğinde geçiyordu.Türkiye’de öğretmen okullarında okuyan ve öğretmenlik yapan Türk öğretmenlerle daha yakından tanışma imkanı buldum.Türk hükümetinin Batı Trakya Türk okullarında görev yapacak öğretmenlerde birer ikişer gelmeye başladılar.Daha önce yolculuğum sırasında görmüş olduğum köylerin Şapçı bölgesine bağlı köyler olduğunu öğrendim.

Gençlerbirliğinde otururken bir konsolosluk görevlisi beni aldı konsolosluğa götürdü.İşte  o zaman görev yerimin Büyükmüsellim köyü olduğunu öğrendim,yunanca adı Megapiston idi.Tabiki kaldığım üç dört gün içerisinde yemek ihtiyacımı lokantalardan sağladım.Aman Allahım! Sanki Türk yemekleri arkamdan buraya gelmiş,bu kadar benzemek…Hayret!

Ama şunu gördümki bu iki halk yemek kültüründe birbirine çok benziyordu.Kuzey Avrupada çalışan ve işi gereği sık sık seyahat eden çok yakınım Atina,Selanik ve Rodos ve Yunanistan’ın diğer bölgelerinde gezerken Türkiyedeki yemekleri ancak Yunanistanda bulup yiyebiliyorum derdi.40-45 yıl sonra bile bu benzer kültür devam ediyor hala.Gençlerbirliğinde Mustafa Kasabalı diye bir öğretmenle tanıştım,beni aldı köye götürdü.Evinde iki akşam misafir etti,kendimi evimdeki kadar rahat hissettim.Bir an önce de kendi evime geçmek istiyordum.Siz ne kadar rahat etseniz de kendi eviniz gibi olmuyor.Mütakip günlerde köyün değişik aileleri beni alıp misafir ediyorlardı.Hepsine şükranlarımı ve sevgilerimi sunuyorum.Bu misafirlik olayı 10 gün kadar sürdü.Daha sonra köyün üst tarafında (herhalde Trakya sokağı olacak) bir ev buldular.Ertesi günü tanıdık biri ile Gümülcineye gidip bazı gerekli olan eşyalar aldık.Eksikleri zamanla köy bakkallarından ve şehirden kendim temin ettim.Bütün köy halkının gelişimden çok memnun olduğunu  her davranışlarından anlıyordum.Hiç unutmam,ilk işim Türk usulü çay demlemek oldu.Arka arkaya 7-8 bardak içmişimdir.Şimdiki gibi o günlerde internet yok ki giripte yemek tarifini öğrenesin.Bazen gelirken eşimden aldığım yemek tarifleriyle bazen de sınama-yanılma ile yemek yapmasını öğrendim.Batı Trakya’nın bu köyünde öğretmenlik yapmak beni çok mutlu ediyordu.Resmi işlemlerin yapılması gerekli izinlerin alınıp prosedürlerin yerine getirilmesi bir ay sürdü.En sonunda derslere girebileceğim tarafıma bildirildi.Bir azınlık okulunda ilk defa derslere girecektim,çokta heyecanlı idim.Okula vardığımda benden başka iki Türk iki de Yunanlı öğretmen olduğunı gördüm.Hepsiyle tokalaşarak tanıştım.Yunanlı öğretmneler de beni çok sıcak karşıladılar.Birinin adı Kiryako diğeri ise Niko idi.İleriki yıllarda kızımın bir motor kazasında yaralanması sonucu Kiryako bizi şehirdeki evinde 5-6 saat misafir etti.Kızımla çok ilgilendi.O zaman geçmişte ve gelecekte yaşadıklarımdan şu sonucu çıkardım.İki halk arasında hiçbir husumetin olmadığını öğrendim.Ufak tefek sıkıntıların da bürokratlardan politikacılardan kaynakla dığını söylemek isterim.Zannediyorum,Türk öğretmenlerden birinin ismi Nuriye hanım idi.Diğeri de aynı zamanda okul müdürü olan bir Türk öğretmendi.Çok iyi bir insandı,şimdi ismini hatırlayamadığım için çok üzgünüm.Daha sonraki yıllarda Ali ve Rasim bey adlarında iki öğretmenimiz daha geldi.Ali öğretmenin getirdiği ve kendi üretimi olan bir kavanoz balın tadını hala unutmadım.Zannediyorumki,okul müdürümüzün adı Galip idi.Çok efendi bir kişiliğinin yanında olgun da bir insandı.İlk günlerim okulu,sınıfları ve öğrencileri tanımakla geçti.Bana verilen görev,1.sınıflara okuma-yazma öğretmek,diğer sınıfların Türkçe ve Matematik derslerine girmekti.Tabiki,ben yine akşamdan birkaç saat çalışarak ertesi günü faaliyetlerin planlamasını yapıyordum.Müsellim köyü insanı,beni bağrına basmıştı.Ben de onlara iyice yaklaşıyordum.Çok iyi ilişkiler içindeydik.Yediden yetmişe herkes bana çok saygı duyuyordu.Hatta dini bayramlarda genci,yaşlısı evime bayramlaşmaya gelirlerdi.Okulun hemen yanında Gazi Rasim amca barakasında,öğrencilere bir şeyler satardı.Son savaşta,şarapnel parçası bir ayağını koparmış,koltuk değneği ile yürürdü.Milli bayramlarda ve otobüsle şehre gidip gelişlerinde hep Gazilik madalyasını takar,gururlana gururlana etrafına caka satardı.Köye gelen jandarma bile ona saygı gösterirdi.Çok konuşkan,hoşsohbet bir insandı.O kadar da eliaçık ve cömert…Ahmet ve Kenan adlarında iki tane oğlu vardı.İyi konuşurduk.Hatta büyük oğlu Ahmet ile Bursada 10 yıla yakın kapı komşuluğu yaptık.Allah rahmet eylesin,naaşı Müsellim köyünün mezarlığına defnedildi.Bir de cami hocası vardı.Sevdiği insanıkarşıdan görünce çok gülerdi.Bisikletle gezmeyi severdi.Çok şakacı,nüktedan,güleryüzlü bir insandı.Gümülcinede evi vardı.Sanıyorum,Gazi Rasim amca da hoca da Hakka yürümüştür.Allah gani gani rahmet eylesin.

Okuldan artan zamanlarımda en çok Ethem amcanın oğlu Ahmet ağabeyin ve İsmet’in kahvesinde vakit geçiriyordum.Onlar da çok cömert insanlardı.İçtiğim kahvenin bile parasını almak istemezlerdi.Ama ben zorla verirdim.Bahar aylarında köyün Batı tarafındaki tepeler yeşillenir,manzarasına doyum olmazdı.Ben de sık sık o tepelere çıkar köyü ve ova manzarasını seyrederdim.Tren geçerken de hayallere dalardım.Çoğu zaman öğrencilerim de gelir,sohbet ederdik.Günlerim dolu dolu geçerdi.Mustafa Kasabalı ile İsmet’in babası Tevfik amcanın üç aşama olan tavla oyununu izlerdik.Tevfik amca bize göre daha yaşlı bir insandı.Biraz da eli sıkı idi.Kasabalı,biraz üzerine gider onu yanlış oynatırdı ve oyun onda kalırdı.Tabi çay kahve paralarını o öderdi.Onları izlemek benim ve diğer arkadaşların çok hoşuna giderdi.İleriki aylarda köyü ve insanlarını daha çok tanımaya başladım.Orta mahallede oturan Kaya Ali,kahveci Mümin,Korkmaz,Ayazmalı,Fevzi Çakmak,öğrencilerimin babaları da çok iyi ilişki içinde olduğum insanlardı.O zamanın popüler olan müziklerini Mümin’in kahvesinde çok dinlerdik.Ayda iki üç defa bazen ihtiyaçlarım bazen de gezme amacı ile Gümülcineye gidiyordum.Türk Gençler Birliği ve Ahmet Aga’nın kahvesi çok uğradığım yerlerdi.Türkiyeden gelen öğretmenlerle buralarda görüşür ve konuşurduk.Zamanla,öğretmen kökenli olan ve pazarcılık yapan Esat ile beyaz eşya satan Aydın ile tanıştık.Orada kaldığım sürece şehre indiğimde onlara mutlaka uğrar selam verirdim.İlk yıl,en yakın komşum Feyiz vardı.Annesi,kendisi ve ailesi çok iyi insanlardı.Bir de evimin karşısında Kaşif amcalar vardı.Hepsi benim için bir güven kaynağı idiler.Bir ihtiyacım olup olmadığını bana hep sorarlardı.Daha sonraki aylarda İmam Cafer ağabey ve kardeşi Fahrettin ile samimi olmaya başladım.Benim ev bulmamda ve bana karşı resmi makamlarda sorumlulukları olduğunu daha sonraları öğrendim.İleride ailem ve çocuklarımla geldiğimde onlarla üç yıl komşuluk yapacak ve çok iyiliklerini görecektim.Günler böyle geçerken,Kaya Ali ve yukarı mahalleden Erol bazı kişilerle iskele taraflarında denize ve denize ulaşan derelerin ağzında balık tutmaya giderdik.Zaman zaman da balıkları çuvallara koyar köye getirirdik.Balıklar,Sazan balığı idi.Bir defasında beni deniz kenarında çalılıkların yanında bırakıp gittiler.Gece yarısına kadar da dönmediler.Bir hayli korkmuştum.Sonra motorlarla köye döner balıklardan onlara papaz yahnisi yapar kalanları da bölüşürdük.Köyde nişan törenleri ve düğünler çok renkli geçiyordu.Bekar kızlar süslenir sıra halinde otururlar,karşılarında da altlarında motoru olan yağız delikanlılar…İlk manalı bakışlar ve daha sonraki tanışmalar hep böyle olurdu.Ama ilk kıvılcım ve elektrik bu ortamlarda çakardı.

Düğün alayı,köyün ana yollarını dolaşır,ortada oynayan birkaç kişi ve onları seyreden hanımlar,erkekler ve çocuklar olurdu.Hele o Sefer Aga’nın zurnayı üfleyipte Edirne köprüsü taştan türküsünü çalması herkesi coşturur ve derin duygulara daldırırdı.O yıl benden bazı arkadaşlar  Gümülcinede çıkan mahalli bir gazetede bir yazı yazmamı istediler.Ben de ‘Tütün Zamanı’ diye duygusal bir hikaye yazdım.Çok takdir gördü.Tarafıma övgüler yağdırıldı.Bu güzel günler çok çabuk geçti.Eğitim öğretim yılımızda sona erdi.O yıl artık Gümülcine ile İpsala arası dolmuş taksiler çalışmaya başladı.Birkaç öğretmen arkadaş bir taksi tutarak İpsala’ya oradan da geldiğimiz şehirlere 1975 yılı yazını Bursada ailem ile birlikte geçirdim.Eylül ayı başında yine Yunanistan büyükelçiliğinden vizemizi aldık.Bu sefer eşimi ve çocuklarımı da götürdüm.Bir yıl önce olduğu gibi Sirkeciden trene bindik.Gecemiz trende geçti.Sabah saatlerinde Pityondan ver elini Gümülcine…Bir yıl önce gördüğüm manzaraya şimdi ailem ile birlikte bakıyorduk.Trende inip hemen yakın bir yerde yemek yedik.Daha sonra taksiyle Müsellim köyü…Yaz başlarında köyden ayrılmadan imamların  evinin hemen yanında daha kullanışlı olan Enver Agaların evi tutulmuştu.Bu ev komşuların yardımıyla da bir iki gü içerisinde temizlenip oturulacak hale getirildi.Bir haftaya yakın Fahrettin Ağabey,İmam Cafer ağabey beni ve ailemi evlerinde misafir ettiler.Her ikisine de Allahtan rahmet diliyorum.İmam Cafer ağabeyin Bekir,Hüseyin ve Besim adlarında üç oğlu ve iki kızı vardı.Fahrettin Ağabeyinde Burhan diye sevimli bir oğlu…Bilhassa İmam Cafer ağabeyin çocukları hoşsohbet ve şakacı insanlardı.İneklerinden sağdıkları sütü önce bize getirirlerdi.Kendi köyümde akrabalarımla yapamadığım samimi komşuluk ilişkilerini o insanlarla yaptım.Fahrettin ağabeyin bıçkısı vardı.Gerek köy halkından gerekse yabancı çok misafiri gelirdi.Bol bol kahve içerdik.Muhterem hanımına şükranlarımı sunuyorum.İkinci yılımda kızımı okulun üçüncü sınıfına kaydettirdik.Daskala Kiryako onu çok severdi.Ben yine çalışma izni bekliyordum.Ama kızım okula başlamıştı.Ekim ayında OHİ bayramlarını kutlamak için bütün okul 2-3 kilometre mesafedeki (Susur) köye giderken Çeperli köyünden bir delikanlı grubun içerisinde yürüyen kızıma çarpıp iki tekerlek arasında 15-20 metre sürüklemiş.Hemen hastaneye kaldırmışlar bana da haber verdiler.Alelacele şehre hastaneye vardık.Vücudunda ve yüzünde bir hayli sıyrık vardı.Allah bu elim kazadan çok şükür kızımı korumuş.İlk müşahade ve tedavi sürecinden saatler sonra hastaneden çıkardık.İşte o esnada hastaneye bizimle gelip okulda görev yapan Kiryako bizi evine götürdü,teselli etti.Üzüntümüzü azaltmak için eşi ile birlikte ellerinden geleni yaptılar.O yılımızda komşularımız ve köy halkı ile çok güzel geçti.Ailecek köyden çok kişi bizi yemeğe alırdı.Bize de çok gelen olurdu.Bir yıl sonra vefat eden yakın komşumuz Mehmet ağabey,eşi ve kızı ailecek görüştüğümüz insanlardı.O öğretim yılının da sonlarına doğru gülünç bir olay yaşadım.Okuldaki Rumca derslerden başarısız olan bir öğrencinin velisi kucağında kocaman bir ‘Viti’ ile okula gelip onu Daskalalardan birine vermek istedi.Herhalde ben oradayım diye o veliyi,Rumca sözlerle öyle bir azarladıki gülmemek için kendimi zor tuttum,Viti de uçarak kaçtı gitti.O anı hatırladığımda günlerce hep güldüm.Eşim diplomalı terzidir.Köyde canı sıkılmasın diye 5-10 tane genç kız çocuğuna biçki-dikiş öğretirdi.O yıl da mütakip yıllarda köydeki yaşantımız hep huzur içinde geçti.Kiraz zamanında bahçelere kiraz toplamaya giderdik.İnsanlar satmadıkları için her şey çok boldu.

Çocuklarımın Türkiyede okumaları için 4.ve son yılım yine orada yalnız geçti.Sonunda görev sürem biterek Eylül ayında Türkiyede görev yaptığım köyüme döndüm.Oğlum Hakan bugün hala Müsellimde geçen çocukluğunu unutmadı.Birçok arkadaşı oldu.Bana bugün,’Baba,bir defacıkta olsa oraları bir ziyaret edelim.’der. Ben de çok istiyorum.Allah ömür verirse,inşallah,önümüzdeki yıllarda gelmeyi çok istiyorum.Köyümdeki okulda iki sene kaldıktan sonra şehirde bir okula atandım.Bu arada Muazzez adında bir öğrencim Bursaya geldi.Yakınları Bursa Kız Lisesine kayıt yaptırmamışlar.Ben de kaydı için yardımcı oldum.Orada yatılı okudu.Hatta bazı haftasonları kızımla birlike gider,onu alır bize getirirdik.Şimdi son öğrendiğime göre Balıkesir’in bir ilçesinde öğretmenlik yapıyor.Birkaç defa ziyaretime geldi.İmam Cafer ağabeyin oğlu Bekir(merhum),ve kızları ile ilişkilerimiz devam ediyor.Ailecek gidip geliyoruz.Sünnet ve diğer cemiyetlerinde bizleri mutlaka davet ederler,biz de gider 40-45 yıl önce birlikte olduğumuz insanları görmekten mutlu oluruz.

Burada anılarımın tamamını,yaşadıklarımı yazmaya kalkışsam herhalde orta hacimli bir kitap olur.Bunları yazmaya beni teşvik eden Veteriner Hekim Cevat Abdurrahman ve Dr. Ramadan Apturahman kardeşlerime, beni bağırlarına basan tüm Müsellim köyü halkına ve öğrencilerime kucaklar dolusu selamlarımı gönderiyorum.Şimdi onlarca öğrencim ile internetten konuşuyor ve selamlaşıyoruz.

 

NECATİ KARYAĞMAZ